Manifesto

Parça Parça Çözüm, Adım Adım Değişim

ÖNSÖZ

Demokrat Parti kurulduğu günden beri modern düşüncenin temelini oluşturan Özgürlük, Eşitlik ve Demokrasi belgilerini ön plana çıkarmış siyasetini bu ilkeler etrafında oluşturmuş ve aynı zamanda Kıbrıs Türk halkının varoluş mücadelesinin taçlandırılması olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine de her zaman sahip çıkmış bir partidir

Demokrat Partiyi diğer tüm partilerimizden ayıran özellik temelde bir yanda demokrasiye diğer yanda ise devletine sahip çıkmasıdır

Demokrat partiyi diğer partilerimizden ayıran bir diğer temel özellik Kıbrıs Türk siyasi tarihine bütünüyle sahip çıkmasından kaynaklanmaktadır

Demokrat Parti Kıbrıs Türk halkının siyasi tarihini bir yanda Varoluş Mücadelesi diğer yanda ise bir Demokrasi Mücadelesi olarak yorumlamaktadır.

Demokrat Parti gerek tarihi yorumlayışı gerekse kurulduğu günden beridir izlediği siyasetle, halkımızı kamplara bölücü diğer tüm siyasal aktörlerin aksine halkı birleştirici olmuş, farklılıkların bir arada bulunma hakkını savunmuş bir partidir.

Demokrat Parti için siyasal görüşlerin, inançların, eğilimlerin farklılığı tehdit değil zenginliktir.

Demokrat Parti için birey bir araç değil bir amaçtır. Her vatandaşımızın mutlu olabileceği özgür koşulların yaratılması devletin yükümlülüğüdür.

Demokrat Parti için hukukun üstünlüğü ve yasalar önünde vatandaşların eşitliği olmazsa olmaz bir koşuldur

Demokrat Parti için devletin önde gelen görevi vatandaşların özgürlüklerini korumaktır

Demokrat Parti serbest piyasa ekonomisini savunurken, devletin bireysel özgürlük koşullarını yaratma, denetleme ve haklarını koruma özelliğine de vurgu yapar.

Ülkemiz 7 Ocak 2018 Genel Seçimlerine partimizin tercih ettiği koşullarda girmiyor. Ancak her seçim her parti için politikalarını yeni bir değerlendirme fırsatı da sunar.
Yenilenmeyen, ideolojik tutsaklığa bağlı kalan veya var olan zorluklara çözüm üretmek yerine fırsatçılık yapmaya çalışan siyasal oluşumlar için seçimlerin farklı anlamı ve işlevi olabilir.

Demokrat Parti için 7 Ocak 2018 Genel Seçimleri vizyonumuzu halkımızla paylaşmamız onların onayını almamız için bizlere demokratik bir fırsat sunmaktadır.

Seçim sürecinin halkımız için en iyi sonucunu doğurmasını umur ediyoruz çünkü biz biliyoruz ki en iyisini halkımız bilir

Tanımlanış şekliyle Kıbrıs sorununun bir kez daha çözümsüzlüğe mahkum olduğu; 21. Yüzyılın ortaya çıkardığı yeni gereksinmeler ve her koşulda dünya ile bütünleşme gereğinin ortaya çıkardığı ihtiyaç ile yıllardan beridir süregelen düzenin sürdürülemez bir noktaya geldiği gerçeğinden hareket ederek yapmış olduğumuz değerlendirme sonucunda;

Siyasetin ve siyasetçinin bölgeciliğe dayalı partizanlık ve bireye hoş görünme çabalarıyla dibe vuracak kadar itibarsızlaştığı;

Toplumun farklı sosyal sınıfları arasındaki gerek ekonomik gerekse yaşam kalitesi açısından farklılıkların arttığı;

Devletten, iktidardan nemalanmanın birçok alan için normal bir beklenti haline geldiği;

Toplumun farklı sosyal sınıfları arasındaki gerek ekonomik gerekse yaşam kalitesi açısından farklılıkların arttığı;

Türkiye’nin sürekli büyüyen mali katkılarının doğru hedeflere yönlenmeyişi ve yapılan bu katkıların siyasilerimiz tarafından siyasal rant hesabı ile sahiplenilmeye çalışılması;

Esnaf ve zanaatkarların iş yapamaz duruma geldiği;

Zenginin daha zengin fakirin daha fakir olma sürecine girildiği;

Kıbrıs sorununa yeni yaklaşımların artık bir zaruret haline geldiği;

Demokratik yapıda yerel yönetimlerin etkilerinin azalması, kendi öz kaynaklarını yeterince değerlendirememeleri, demokratik ve mali denetim için yasal mekanizmalarının yetersizliği;

Toplumsal alanının bütününde kuralsızlığın egemen olduğu, mutsuzluğun her alanda şiddetle dışa vurduğu, “gemisini kurtaran kaptan” inancının güçlenmesiyle toplumsal geminin batma yolunda hızla yol aldığı bu ortamda, siyasi partilere düşen görevler vardır.

Hepimiz ve özelikle siyaset alanı kabul etmeli ki; Yıllarca “Türkiye versin biz idare edelim” mantığıyla üzerimize serpilen ölü toprağının ağırlığı altında ezildik, fikir üretmekten uzaklaştık, günü birlik yaşamayı tercih ettik. Nasıl olsa “Türkiye çözer” düşüncesini siyasetin normu haline getirdik.

Ancak tüm olumsuzluklara rağman içinde bulunan bu sürdürülemez durumun olumsuz etkilerinin en azından bazı alanlarda farkına varan, rahatsız olan ve bu yüzden seslerini yükselterek, şikayetlerini dile getirerek farkındalığı artıran farklı sivil toplum örgüt ve hareketlerinin de varlığı da yadsınamaz.

Özellikle genç kesimden daha fazla özgürlük , daha fazla demokrasi, daha fazla insan hakları , daha fazla eşitlik ve daha fazla adalet taleplerinin yükselmesi Demokrat Parti’nin de bu toplumsal gelişmeleri göz önünde bulundurarak politika ve vizyon yenilemesinin motivasyonu olmuştur..

Toplumsal duyarlılıkları çok daha insan, çok daha özgürlük çok daha demokrasi merkezli yeni bir nesil yetişmektedir. Bu neslin öncelikli kaygısı özgürlük, demokrasi, insan hakları, eşitlik, adalet ve ekolojik dengedir.

Bazı alanlarda dünyadan izole edilmiş bir yaşam sürmekte olsak da içinde yaşadığımız çağda saniyeler içerisinde bireysel ve topluca iletişim kurulup sosyal medya üzerinden fikirler, düşünceler anında paylaşılmakta global çapta eylem ve etkinlikler düzenlenebilmektedir.

Hızla akıp giden yaşantımız içerisinde fark edemediğimiz ancak süratle yaşanan bu gelişmeler Demokrat Parti’nin de yeni neslin taleplerine ayak uyduracak değişiklikleri kendi bünyesi içinde ele alması zorunluluğunu ortaya çıkartmıştır.

Buna bağlı olarak ilk kez halkımızla 2015 Temmuz ayında paylaşmış olduğumuz vizyonumuzu daha geliştirerek ve daha güçlü bir şekilde
Daha fazla demokrasi
Daha fazla adalet
Daha fazla eşitlik
Daha fazla insan hakları
Daha fazla özgürlük
Daha fazla canlı hakları
Daha ekolojik bir yaşam üzerine kurulu manifestomuzu hazırladık

Eşitlik Yasası ve Fırsat eşitliği politikaları.

Ülkemizde “tanımlanmış kategorilerde” bulunan kişiler arasında doğrudan veya dolayı olarak ayrımcılık yapılmasını engelleyecek bir Eşitlik Yasasına ihtiyaç vardır.

Tanımlanmış kategoriler: Doğum yeri, Yaş, engellilik , cinsiyet, cinsiyet değişikliği, cinsel yönelim, hamilelik, annelik ve babalık, etnik köken, mensup olduğu din veya inanç sistemi, ırk, evlilik ve birlikte yaşamak.
Geçirilmesini önerdiğimiz Eşitlik Yasası ile tanımlanmış kategorilerde işe alımlarda ve çalışma yaşamında dolaylı veya dolaysız ayırımcılık yapmak yasa dışı olarak tanımlanmalı ve cezai müeyyidesi olmalıdır.

Eşitlik Yasası Kamu Sektörünü ayırımcılığı ortadan kaldırmak, her türlü baskı, rahatsızlık, her türlü şiddet ve hak gaspını önlemekle yükümlü kılacaktır.

Tüm kamu kurumları esas yasaya bağlı olarak Fırsat Eşitliği Politikaları geliştirip her yıl sonunda Eşitlik Yasasıyla ilgili performanslarını veriler halinde yayınlamalıdır.

Buna bağlı olarak üyeleri Cumhurbaşkanı ve/veya Meclis tarafından belirlenecek ve Fırsat Eşitliği Politikalarının uygulanması denetleyecek, gözlemleyecek ve gerekli düzenlemeleri önerecek; uyulmaması halinde cezai müeyyide uygulanmasını önerecek bir Fırsat Eşitliği Komisyonu kurulması gerektiğine inanmaktayız.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Tasdik Yasası

Gerek Birleşmiş Milletler, gerekse Avrupa Konseyi nezdinde insan hak ve özgürlüklerinin sağlıklı uygulanmasını teşvik etmek ve devletlerin insan hakları ihlallerini engelleyici uygulamalarını geliştirmek için çeşitli insan hakları sözleşmeleri hazırlanmıştır.

Söz konusu sözleşmelerin başında Kıbrıs Cumhuriyeti Temsilciler Meclisi tarafından kabul edilen “1962 İnsan Haklarını Korumaya dair Avrupa Sözleşmesi ( Tasdik ) Yasası ” değiştirilerek 1962 yılından günümüze dek eklenen protokollerin tümünü kapsayacak şekilde (ancak çözümü için müzakere süreci devam eden Kıbrıs sorununu da dikkate alarak ) yeni bir “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Tasdik Yasası” hazırlanmalıdır.

Vatandaşlık Yasası

Ülkemizde kangren hale gelmiş olan vatandaşlık sorunu insan hakları ilkeleri göz önünde bulundurularak ele alınmalı ve yeni bir vatandaşlık yasası çıkartılmalıdır.

Bu yasa hazırlanırken hangi kategoride olursa olsun yıllardan beridir ülkemizde yaşayan ailelerin Kıbrıs’ta doğmuş ve/veya ilkokul veya ortaokul eğitimini ülkemizde almış olan çocuklarının kimlik kartı alma yaşına ulaşmaları ile birlikte vatandaş olmaları, yıllar önce Kıbrıs’a çalışmak amacı ile gelen ebeveynlerin beyaz kimlik kartı alabilmelerine olanak sağlanmalı ve bu işlemin kısa sürede tamamlanabilmesi için hazırlanacak yasanın herkes tarafından rahatlıkla anlaşılabilir olmasına özen gösterilmelidir.

Beyaz kimlik kartı sahipleri seçme seçilme hakkı hariç tüm vatandaşlık haklarını kullanabilmeli, yerel seçimlerde ise oy kullanmaları sağlanmalıdır.

Yasa şu an ülkemizde ikamet etmekte olan kişileri kapsamalı, ileriye yönelik açık vatandaşlık fırsatı olarak değerlendirilmemelidir.

Azınlıklar yasası
1974 öncesinde bugün KKTC’de sınırları içerisinde yaşayan ve/veya mülkü olan ve her Kıbrıs kökenli Maronit KKTC’de ikamet edebilmeli, KKTC kimlik kartı alabilmelidir .

KKTC sınırları içerisinde bulunan tüm Maronit köylerin yerleşime açılması ve mülklerinin iadesi hedefimizdir. Buna bağlı olarak gerek Eşitlik Yasası gerekse bir “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Tasdik Yasası” kapsamına girecek olan Kıbrıslı Maronitler tercih ettikleri takdirde gerek KKTC yurttaşlığına girme hakkına sahip olacaklar gerekse bugüne kadar çeşitli sebeplerden dolayı kullanamadıkları mülkiyet haklarını kullanabileceklerdir.

Benzeri bir şekilde 1965-1974 yılları arasında bugün KKTC sınırları içerisinde bulunan bir bölgede yaşayan Kıbrıs Cumhuriyeti kurucu anlaşmalarıyla “azınlıklar” olarak tanımlanan diğer azınlık toplum üyeleri de ayni yasa kapsamında olmalıdırlar.

Mülteci hakları
Demokrat Parti, Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliğinin beyan ettiği şekliyle;

“Her mülteci güvenli sığınma hakkına sahiptir. Fakat uluslararası koruma fiziksel güvenlikten fazlasını içerir. Mültecilere en azından ülkede yasal olarak ikamet eden diğer yabancılara sağlananlarla eşit haklar ve yardım, her bireyin sahip olması gereken temel ihtiyaçlar dahil olmak üzere, verilmelidir. Böylece, mülteciler düşünce ve dolaşım özgürlüğü, işkenceye ve onur kırıcı muameleye tabi olmama gibi temel medeni haklardan yararlanırlar. Benzer biçimde, sosyal ve ekonomik haklar diğer bireylere olduğu gibi mültecilere de
tanınır. Her mülteci sağlık hizmetlerinden yararlanabilmelidir. Her yetişkin mülteci çalışma
hakkına sahip olmalıdır. Hiçbir mülteci çocuk okula gitmekten alıkonulmamalıdır”

görüşü benimsenmeli ve uluslararası mülteci koruma rejiminin temelini oluşturan 1951 Sözleşmesi ve 1967 Protokolü’nün ülkemiz şartlarını göz önünde bulundurarak yasal mevzuatımızın parçası olması yönünde çaba sarfedilmelidir.

Vicdani ret hakkı

Demokrat Parti Vicdani ret hakkını, önerdiğimiz yeni Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Tasdik Yasası bağlamında ve 7 Temmuz 2011 tarihli Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı doğrultusunda tanımalı ve bu hakkın verilmesi için gerekli yasal düzenlemenin yapılmasına destek vermelidir.

Seçim ve Halkoylaması Yasası
Her hangi bir seçim sisteminin temel iki ilkesi bulunmaktadır. Bunlardan biri temsiliyet diğeri ise istikrarı sağlamaktır. Bu iki temel koşula ek olarak ülkemiz tecrübe, pratiği ve koşullarına uygun iki bacaklı, alttan üste demokratik denetim mekanizmasını getiren, seçmene başarısız hükümetleri düşürme fırsatını veren kapsamlı bir yeni Seçim Sistemi ve Halkoylaması taslak çalışması benimsenmelidir. Yeni bir yasa ile hedeflenecek bir başka temel ilke ise Yasama ile Yürütmenin ayrıştırılmasını sağlamaktır.

Sendikalar Grev ve Lokavt Yasası

Her alanda olduğu gibi çalışma hayatımızı düzenleyen yasalar ve kurallar da güncellenmelidir.

Grev hakkı kadar öğrenim, ekonomik hayatın sürdürülebilirliği, günlük yaşamın devamlılığı da bir haktır ve bu haklar birbirini korumak suretiyle kullanılmalıdır.

Sınırsız özgürlük özgürlüklerin sonunu getirir. Özgürlük sadece istediğimizi yapabilme kapasitemiz değil ayni zamanda başkalarının eylemlerinden kendimizi koruma kapasitesimizdir de.

Bir bireyin veya bir topluluğun özgürlüğü diğer bir grubun özgürlük alanlarına müdahale etmemelidir.

Mevcut sendikal anlayışın sıkça gündeme getirdiği grev tehditleri ve eylemleri bir taraftan sosyal ve ekonomik yaşantımızı olumsuz etkilerken özellikle eğitim kurumlarımızda çocuklarımızın doğal hakkı olan eğitimi sıkça sekteye uğramaktadır.

Daha fazla demokrasi talep ederken bir özgürlüğün bir başka özgürlüğü kısıtlayamayacağı gerçeği göz ardı edilmemelidir. Son yıllarda yaşadığımız gelişmeler bizlere, sendikalar grev ve lokavt yasasının güncellenmesi gerektiğini göstermektedir.

Uzlaşmazlıkların daha farklı metotlarla çözümü için taraflar yeni çözüm modelleri üretmelidirler. Buna bağlı olarak özellikle AB ülkelerini örnek alarak bazı yasaların güncellenmesi gerekmektedir. Yeni bir sendikacılık anlayışına bağlı olarak özel sektör çalışanlarının da örgütlenmelerinin önü açılmalıdır. Devletin özel sektör çalışanlarının özgürce örgütlenmelerini sağlamak zorunluluğu vardır. Demokrat Parti bu konuda üzerine düşen görevi yerine getirecektir.

UNESCO 1978 Hayvan Hakları Bildirgesi
Partimiz yeni dönemde 15 Ekim 1978’de Paris UNESCO evinde ilan edilen Hayvan Hakları Evrensel Bildirisini yasal hale getirmeyi hedeflemektedir.

Bütün hayvanların yaşam önünde eşit doğduklarını ve aynı var olma hakkına sahip olduklarını belirten beyanname yabani türden olan bütün hayvanların, kendi özel doğal çevrelerinde karada, havada ve suda yaşama ve üretme hakkına sahip olduklarını kabul eder. Bizler insanlar olarak bilgimizi ve birikimimizi hayvanlarımızın korunması için kullanmakla yükümlüyüz.

Buna bağlı olarak Hayvan Refahı Yasasında yapılması gereken iyileştirmeleri ilgili sivil toplum örgütleri temsilcileriyle görüşerek değiştirmeyi hedefliyoruz.

Uyuşturucu ile Mücadele Yöntemlerinde Yeni Vizyon

Ülkemizde farklı uyuşturucu türlerinin kullanımının yaygınlaştığı, kullanıcı yaşının düştüğü, kullanıcıların toplumun tüm kesimlerinden geldiği herkesin kabul ettiği bir gerçekliktir.

Dünyanın hemen hiçbir ülkesinde başarılı olmadığı gibi ülkemizde de sadece polisiye ve yasaklayıcı yöntemlerle farklı uyuşturucu türleriyle mücadele başarılı olmamıştır. Özellikle içeriğinin bilinmediği ve kolayca temin edilebilen sentetik türdeki maddeler hem ciddi bağımlılıklar yaratmakta hem de ölümcül sonuçlar doğurmaktadır.
Biz hiç bir insanımızın bu şekilde ölümcül sonuçlara bağımlı olmasına seyirci kalamayız.
Farklı ülkelerdeki farklı yöntemleri özgürce tartışmamız gerektiğine inanmaktayız. Bu özgür tartışmalar denetimli serbestlik uygulamasını da içermeli, Marijuana gibi doğal bitkinin kullanımına denetimli serbestlik getiren ülkelerin tecrübe ve bilgi birikimlerinden yararlanmalıyız

Gelecek nesillerimizi zehirden kurtarmak adına özgürce her konuyu tartışmalı uygulanması gereken tüm politikaları çekinmeden konuşmalıyız.

Demokrat Parti buna bağlı olarak seçim sonrasında oluşturacağı bir komisyonla konuyu şeffaf ve demokratik tartışma ortamına getirmeyi hedeflemektedir.

Eğitimde yeniden yapılanma yerelleşme

Ülkemizde eğitim alanında yaşanan sorunlar çok boyutludur. Bütün sorunları burada tekrar etmenin anlamı yoktur.

Ancak içinde bulunulan durumdan ne öğretmenlerin, ne yöneticilerin ne velilerin memnun olduğunu söyleyemeyiz. Bunun doğal sonucu ise öğrencilerimizin uğradığı mağduriyettir.

Eğitimde yeniden yapılanma kaçınılmazdır. Müfredattan tutun da sınav ağırlıklı sistemin dayattığı sorunlara, bütçe yetersizliğine kadar bir çok sorun masaya yatırılmalıdır.

Ancak bu uzun süreli yeniden yapılanma programına geçmeden önce eğitim alanında 3 ana temel unsur etrafında pilot uygulama başlatılmalıdır. Bu ilkeler;

a) Demokratikleşme
b) Yerelleşme/yerinden yönetim
c) Fırsat Eşitliğidir.

Okulların yönetimi veliler, öğretmenler ve Yerel Yönetimlere devredilecekti..

Farklı sosyo-ekonomik, demografik özellikler gösteren ve tercihen farklı bölgelerde bulunan 3 veya 4 okulda Pilot Uygulamaya geçip, okul yönetimin ağırlıklı olarak velilerden oluşan, okul Müdürlüğü, öğretmen ve Yerel Yönetim temsilcisinin de yer alacağı Okul Yönetim Kuruluna devir yapılacaktır.

Seçilen okullarda gerçek öğretmen ihtiyacı ve diğer mali ihtiyaçlar temel alınarak oluşturulacak bütçeleri Okul Yönetim Kurulları yönetecektir..

Okulların günlük ihtiyaçları ile ilgilenecek, sorunları saptayıp çözmeye çalışacak olan Okul Yönetim Kurulları olmalıdır.

Hedefimiz Milli Eğitim Bakanlığını günlük okul işlerine karışan, müdahale eden ve sorunları çözmeye çalışan verimsiz bir kurum olmaktan çıkarıp eğitime yön veren temel politikaları belirleyen verimli bir kurum haline getirmektir.

Falanca okuldaki “bozuk tuvaletin” tamiri Eğitim Bakanlığının uğraşı olmamalıdır. Okul Yönetim Kurulları okulların yönetiminde tam anlamıyla sorumlu hale getirilmeli, bütçeleri kontrol edilmeli ve ek kaynak yaratmalarına fırsat verilmelidir. Eğitim Bakanlığının bir görevi de her okulun performans değerlendirmesi olmalıdır.

Yükseköğretim ve Akademik Personel

DAÜ’nün zamanında doğru bir kararla kuruluşu ile Yükseköğretim sektörünün temelleri atılan ülkemizde bugün, bu sektör gerek ekonomik gerekse kültürel ve sosyal alanlarda önemli bir yer tutmaktadır.

Sektör global rekabete açık bir sektördür. Doğru bir düzenlemeyle de ülkemize girdileri çok yüksek miktarlarda olabilir. Sektörü global piyasada avantajlı duruma getirebilmek için devlet sürekli tedbirler almıştır.

Son olarak 30 Mart 2009 tarihli “Yükseköğretim Kurumları Mali Düzenleme Yasası”ile ülkemizde başka hiçbir sektöre tanınmayan muafiyetler, Yükseköğrenim sektörüne tanınmıştır.

Ancak yaptığımız analiz ve değerlendirmeler, bu muafiyetlerin hedeflediği ekonomik getirilerin toplumun geniş kesimlerine yayıldığını göstermemektedir.

Sektörle ilgili bütünlüklü bir yaklaşım mutlaka ele alınmalı YÖDAK yasası yeniden ele alınarak gerçek anlamda özgür bir yönetim oluşturulmalıdır.

Sektörle ilgili öncelikli hedeflerimiz;
a) Eğitim Kalitesinin artması
b) Sektör girdilerinin toplumda daha adil bir şekilde paylaşımı
c) Sektörel desteğin amacına uygun bir şekilde kullanımının sağlanması
d) Sektörde çalışan özellikle akademik personele iş güvencesi ve sürekliliğinin sağlanması
e) Akademik özgürlüklerin güvence altına alınması
f) Öğrenci Birlik/Konseylerinin Oluşturulması ve yönetime etkin katılımlarının sağlanmasıdır

Yükseköğretimde kaliteyi artırmak ancak iş güvencesi, sürekliliği ve akademik özgürlüğe sahip akademisyenlerle, eğitim almak için kaydolan öğrencilerin eğitim düzeyleri ve bu vizyona sahip eğitim yöneticilerin birlikteliğiyle başarılabilir.

Sağlık
Eğitim politikamıza şekil veren temel ilkelerimiz sağlık politikamızda için de geçerlidir.
Bunlar:
a) Demokratikleşme
b) Yerelleşme/yerinden yönetim
c) Fırsat Eşitliğidir.

Hastanelerin yönetimini demokratikleştirip Hasta Hakları temsilcilerinin ve yerel yönetim temsilcilerinin hastane yönetiminde yer almalarını sağlayacağız.

Türkiye Cumhuriyetinin katkılarıyla yapılacak modern yeni bir hastanenin yanı sıra, önleyici sağlık politikalarını geliştirmek önceliğimiz olacaktır.

Sağlıkta, önleyici politikalara ek olarak hastanelerimize yığılmayı önleyici sisteme geçmemiz gerekmektedir.
Birleşik Krallıkta olduğu şekliyle “mahalle doktorları” veya “bölge sağlık merkezleri” oluşturarak ilk tetkikin buralarda yapılmasını sağlayacağız.

Hastanelerimizi baş ağrısı hapı için reçete yazmak durumunda kalan kurumlar olmaktan çıkıp gerçek işlevlerine kavuşturmamız gerekmektedir.

Temel Hedefler
Refahın adil paylaşımını sağlamak
Dışa bağımlılığı azaltmak
Yerel Vergi Yöntemine geçmek
Demokratik hesap verebilir enstrümanlarının kullanılmasını sağlamak
İkamet ve mülk sahipliği bazında de-facto nüfusu kayıt altına almak
Vergi tabanını genişletmek

Temel ilkeler
Üretimden değil tüketimden vergi almak
Gelir Vergisinin kaldırılması
Varlık Vergisi uygulanmasına geçiş
Verginin demokratik bir denetim aracı haline gelmesini sağlamak
Herkesten varlığı kadar almak herkese mümkün olduğunca ihtiyacı kadar sağlanmalı

Toplumsal Refah ve Gelir Vergisi

KKTC Maliye Bakanlığı verilerine göre 2015 yılında toplanması hedeflenen toplam gelir vergisi 461 Milyon TL civarındadır (676 Milyon TL 2017 yılı için). Bu toplam miktarın 200 Milyon TL’si kamu sektörü ve KİT çalışanlarından gelmekte, 260 Milyon TL’si özel sektör çalışanlarından gelmektedir. Kurumsal vergilerin toplamı ise 2015 yılı için 215 Milyon TL olarak öngörülmektedir (280 Milyon 2017)

KKTC 2013 EKONOMi DURUM raporuna göre ülkemizdeki Nominal Milli Gelir, 2013 yılı itibarıyla 7.8 Milyar TL iken 2015 yılına kadar da %8’lik bir büyüme beklendiğinden toplam 8.4 Milyar TL olması gerekmektedir.

Yine ayni rapora göre 2015 yılında kişi başına düşen GSYH 17.220 $ olacağı tahmin edilmektedir.

Bu verilerle ilgili iki ana problematik bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi gerek kişi başına düşen gelir, gerekse Milli Gelirle toplanması hedeflenen gelir vergisi arasındaki uçurumdur.

Bir diğer problematik ise gerek ortalama gelirin gerekse Milli Gelir’in gerçekte toplumdaki dağılımıdır. Toplumun büyük bir bölümün yıllık 17.220 $ gibi geliri olmadığı aşikardır.

Ortalama gelirle ilgili bir örnek üzerinden gidecek olursak;
Toplam nüfusun 10 kişi olduğu bir toplulukta her bir birey 1000 TL kazanırsa,
10 x 1000 =10.000/10=1000 TL ortalama gelir olduğu ve bunun her bir birey arasında eşit bir şekilde dağıldığını görürüz.

Halbuki yine toplam 10 kişilik nüfusta 9 kişi 200 TL ve 1 kişi 8200 TL kazanırsa, bu toplumda da ortalama gelir 9 x 200 + 1 x 8200/ 10 = 1000 TL olur. Ancak bireyler arasındaki dağılım bu örnekte büyük bir eşitsizlik gösterir. Bir yanda az kazanan büyük çoğunluk diğer yanda çok kazanan bir azınlığın mevcudiyeti söz konusu olur..

Özetle kişi başına düşen milli gelir de bu örneklerdeki ortalamaların hesaplandığı şekilde hesaplanmaktadır. Bu da gelirin büyük bir kısmının küçük bir azınlık tarafından, küçük bir kısmının ise büyük bir çoğunluk tarafından paylaşıldığının bir göstergesi olabilir.

Bizler birinci örnekte olduğu gibi mutlak bir eşitlik sağlama iddiası veya hayali içerisinde değiliz. Ancak vatandaşlarımızın refahtan pay alma oranları arasındaki farkın da ikinci örnekte olduğu gibi uçurumlarla ayrılmamasını istiyoruz.

Bugünkü durumla ilgili göstergeler ise, ikinci örnekte olduğu gibi küçük bir azınlığın pastanın büyük kısmını paylaştığı, büyük bir çoğunluğun ise küçük bir payı paylaşmak durumunda olduğu yönündedir.

Özetle; Devlet bugünkü verilere göre kişi başına düşen milli gelirden sadece %10 oranında dahi gelir vergisi alabilmiş olsaydı, bu rakam 493 Milyon $ civarı yani 1.281.000.000 TL civarında olacaktı.

Bugün bu rakam yani devletin toplayabildiği toplam gelir vergisi ise KKTC Maliye Bakanlığı verilerine göre, yukarıda da belirttiğimiz gibi 461 Milyon TL’dir.

Yani devlet ne toplaması gereken vergileri toplayabiliyor ne de toplanan vergilerin sonucunda adil bir sosyal devlet ortaya çıkabiliyor. Sistem çalışmıyor.

Ne toplanan vergiler adil olarak toplanabiliyor ne de refah adil olarak dağıtılabiliyor. Bu korkunç bir durumdur ve sürdürülmesine müsaade etmemelisiniz.

Bunun sonucunda da az kazanın çok, çok kazananın az vergi ödediği algısı toplumsal bir genel kanı olurken, devletin adil bir mekanizma olmadığı algısı da güçlenmektedir. Devlet kendi kurduğu sistemle kendine olan inancı, güveni sarsmaktadır.

Merkezi HÜKÜMET GELİRLERİ

Kazandıkça öde prensibi: Bununla ilgili temel sorun kimin ne kazandığının objektif olarak ölçülebilmesinde, daha doğrusu ölçülememesinde yatar.

Evrensel sistem, deklare edilen/bilinen gelir üzerinden vergi almaktır. Bu sistemde kayıt altındaki kesimden vergi almak sorun yaratmaz. Örneğin kamu kesimi çalışanları; Kimin ne kazandığı belli ve devlet kaynaktan vergi kesme işlemini yapabilir.

Ancak özelde çalışan her bir bireyden vergi almak için, her bir bireyin ne kadar kazandığını saptamak gerekmektedir ki bu da hem zaman ve emek kaybına hem de içinde bulunduğumuz adaletsizliğe neden olmaktadır.

Üstelik ülkemizde yaygın olarak özellikle kamu çalışanların ikinci bir işle meşgul oldukları, bu çalışmalardan ek gelir elde ettikleri ve gelirleri denetim altına almanın imkansızlığı da ortadadır.

İçinde bulunduğumuz sistemde özetle, KKTC’nin en zengin kişisi gelirini ayda 6000 TL gibi komik kazanç olarak beyan edebilir. Bu kişinin ödediği vergi de orta düzeyde bir memurun, küçük bir market sahibinin, küçük bir lokantanın, kendi hesabına çalışan bir tesisatçının ödediği vergiden daha düşük olur.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi ülkemizde adaletsiz vergilendirme ve gelir dağılımın neden olduğu toplumsal hassasiyet, çoğu kez basında ya da kamusal alanda dile getirildiğini duyduğumuz “nereden buldun” yasasına olan ihtiyaçla da kendini göstermektedir.

Farklı meslek dallarından kişilerin çoğu kez gelirlerine denk düşmediği varsayılan değerlere sahip oldukları; yapılan kayıt dışı işlerden kayıt dışı gelir elde ettikleri, veya ödemeleri gereken vergileri ödemedikleri sık sık karşılaştığımız suçlamalardır.

Devlet bugüne kadar bu konuda toplumu tatmin edecek ne bir yasal düzenleme yapabilmiş ne de kayıt dışı geliri kontrol edebilmiştir.

Bu durum ise vatandaşın devlete olan güvenini, inancını sarsmaktadır. Sosyal devlet anlayışı ve daha kötüsü sosyal devlete ve de devlete olan inanç sarsılmıştır.

Her bir bireyin ne zaman ne kazandığını, bunun haklı mı haksız kazancı mı olduğu; kayıt dışı gelirle mi elde edildiği sorularının cevabını bulmak tahmin edeceğiniz gibi çok zor neredeyse imkansız gibidir.

Bu konuda ne kadar yasal düzenleme yapılırsa yapılsın, pratikte bu işin neredeyse imkansızlığı da bir başka sorundur. Ancak toplumun gözü önünde her gün devam eden bu adaletsizliğe de sessiz kalmamak gerekmektedir.

Vergi sistemlerinin ve de özellikle PAYE diye bilinen “kazandıkça öde” ile vergilendirme ilkesi olarak “çok kazanandan çok, az kazanandan az” ilkesi birlikte yürütülen klasik bir vergilendirme sistemi olup, bu enstrümanın hedefi veya iddiası vatandaşlar arasındaki refah dağılımını daha adil bir şekle sokmaktır.

Ancak çok bariz bir şekilde görülebileceği gibi bu enstrümanın ülkemizde ve daha bir çok başka ülkede başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir.

Halkımız arasındaki yerleşmiş genel kanı “çok kazananın az, az kazananın ise çok” ödediği şeklindedir. Yani kullandığımız enstrümanın başarması beklenen sonucun tam tersi bir durumdayız.

Ancak önümüzdeki bir gerçeklik durmaktadır. Halkın bir kesimi gözle görülür bir refah düzeyi içerisindeyken önemli bir bölümü refah pastasından çok daha az miktarda yararlanmaktadır.

Bu nedenle kazanç sonunda elde edilen objektif ve ölçülebilir değerler üzerinden vergi elde etmek çok daha adil ve verimli olacaktır.

Ülkemizdeki refahın dağılımında var olan eşitsizlikleri dengelemenin yolu, yüksek refah düzeyli kesimden, alt refah düzeyinde bulunan nüfusa kaynak aktarmaktan geçmektedir.

Gelir üzerinden değil varlık üzerinden vergi.

Hesaplama metodu

Her bir bireyin toplam “değeri”, varlığı belirlenecektir. Bu da çok zor bir şey değildir.

Bireyin sahip olduğu taşınmaz malların değeri (Muafiyetler hariç)

Bireyin sahip olduğu taşınabilir malların değeri. (Hane içi kişisel kullanım ve muafiyetler hariç)

Hisse senedi, tahvil, bono etc

Toplamın belli bir yüzdeliği merkezi yönetime kişisel katkı vergisi adı altında ödenecektir.

Örnek gelir vergileri
Genel olarak yüksek refah düzeyleriyle ilişkilendirilen iki profesyonel meslek grubu üzerinde Resmi gazetede yayınlandığı şekliyle yaptığımız çalışma bizlere bu meslek gruplarından birine ait kişilerin aylık ortalama 34 TL, bir diğer meslek grubuna ait kişilerinin vergi ödeyenlerinin ortalamasının ise 253 TL olduğunu saptadık.

İşte bu durum yukarıda bahsedilen toplumsal adaletsizlik inancının, devlete olan güvenin inancın yitirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır.

Hedefimiz kimsenin kazancı değildir. Temennimiz aksine herkesin daha fazla kazanması daha yüksek bir refah düzeyine erişmesidir. Ancak bu gerçekleşirken de toplumsal adalet sağlanmalıdır.

Teker teker her bir meslek grubu üyelerinin peşine düşüp gelirlerini hesaplamak gerçekten zordur. Ancak bu gelirlerden elde edilen ölçülebilir değerlerdeki servetten vergi almak çok kolaydır.

Zenginden daha fazla fakirden daha az prensibi hayata geçirilmelidir.
Sosyal adalet ancak böyle sağlanacaktır.

Verginin Yerelleşmesi

Yerel Katkı Payı

Belediyelerimizin bir çoğu bugün mali açıdan kötü durumda, sürdürülebilir bir yapıda değillerdir. Belediyelerin kendi ayakları üzerinde durabilmeleri için gelirlerini artırmaları gerekmektedir.

Bunun gerçekleştirilebilmesi için de Belediyeler yasasında değişiklik yapılması elzemdir. Bu değişiklikler yapılırken, vergi yasasında yapılacak değişikliklerle de Belediyelerin doğrudan ve anlamlı miktarda vergi toplayabilmesi sağlanmalıdır.
Bu düşüncenin bir bacağı Merkezi vergilendirmenin yerine yerel vergilendirme sistemini getirmektir.

Belediye sınırları içerisinde yaşayan her bir bireyin belediye bütçesine anlamlı bir katkısı olmalıdır

Şu anki sistemde bu katkının bir bölümü dolaylı olarak yapılmaktadır:
Merkezi yönetim vatandaşlardan topladığı vergilerin %9’unu belediyelere katkı payı olarak vermektedir.

Bu sistem sürekli olarak Yerel-Merkez çekişmesine neden olmaktadır. Merkezi yönetime demokratik denetim açısından bağımlı olmayan Yerel Yönetim Başkanları bu finansmanı ( bir çok örnekte gördüğümüz gibi) Belediyelerde çalışan sayısını artırmak yoluyla, bir yanda hizmet artışı ve de bir şekilde yeniden seçilebilmeyi garanti altına alacakları bir gelir olarak görmüşlerdir.

Bu finansman yönteminin yani Merkezden alıp yerele vermenin bir başka eksikliği, demokratik hesap verme eksikliğidir.

Vatandaş nezdinde devletin verdiği paranın kendi cebinden çıktığı bilinci yerleşmemekte, böylelikle vatandaş yerel yönetimlerden “kendi parasının hesabını” sormamaktadır.

Bu yöntemin bir başka zafiyeti ise, yerelin, merkezi otoritenin yerel vergi toplama kapasitesine bağımlı olmasıdır.

Bir başka zafiyet ise yerel sınırlar içerisinde ikamet eden, ancak merkezin topladığı yerel vergiler kapsamında vergi vermeyen veya sadece dolaylı vergi veren nüfusun yerel bütçeye hiçbir katkısının olmamasıdır.

Bu dolaylı ve pahalı şekilde işleyen vergilendirme yani yerelin merkez tarafından finansman modeli değiştirilecek, bunun yerine Yerel yönetimlerin toplayacağı Yerel Katkı Payı sistemi getirilmelidir.

Yerel Vergi Dağılımı örnek bütçe oluşumu.

% 30 : Kişi Katkı payı. Her bir birey eşit öder.
% 50: Emlak Değer Katkı Payı. Her bir hane değerine göre öder
% 20: Diğer gelirler (Su, belki de elektrik, harçlar, izinler vs) Her bir birey kullandığı kadarını öder.

EMLAK VERGİLERİNİN ADİL HESAPLANMA METODU

Emlak vergileri 1. Basamak değerlendirme:
a) Sürekli ikamet edilen/kullanılan bina: Vergi miktarı daha düşük
b) Boş tutulan bina: Vergi miktarı daha yüksek
(Kiralar düşecek, gelişigüzel inşaat son bulacak, planlı gelişim sağlanacak)

Emlak vergileri 2. Basamak değerlendirme
a) Metrekare: Büyüdükçe vergi artar
b) Bölge: Değerlendikçe vergi artar

Emlak vergileri 3. Basamak değerlendirme
a) Konut : Daha düşük
b) Ticari faaliyet: Daha yüksek

ADİL BİR VERGİLENDİRME SİSTEMİNE GEÇMEK İÇİN KAYBEDECEK VAKTİMİZ KALMAMIŞTIR

Çözüm ve Barış İnşası
Annan Planı bütünlüklü bir çözüm modeli olarak gündeme geldiği zaman Demokrat partinin duruşu “ne hemen evet ne hemen hayır” şeklinde olmuş ve planın dört kez değişikliğe uğrama sürecine etkin katkı verilmişti.

DP o dönemlerde kaygılarını seslendirirken, Annan Planının bir kutsal kitap olarak değil bir referans olarak alınıp, adım adım uygulanacak güven artırıcı/yaratıcı önlemlerle barışın inşa edilmesi gerektiğine dikkat çekmeye çalışmıştı .

DP’nin 2000-2004 yılları arasındaki Kıbrıs sorunuyla ilgili iki temel saptaması şunlardı;

a) Barışı inşa etmek için “adım adım çözüm” modeline geçmeliyiz

b) Kıbrıs Türk siyasi tarihini bir yanda bir varoluş mücadelesi diğer yanda ise bir demokrasi mücadelesi karşıtlığından çıkarıp, yeni revizyonist bir paradigma çerçevesine oturmak gerektiğiydi. Çünkü Kıbrıs Türk siyasi tarihi gerçekten hem bir varoluş mücadelesi hem de bir demokrasi mücadelesiydi.

Bunlara uyumlu bir şekilde 2003 yılında geçişlerin serbestleştirilmesi için DP ciddi bir uğraş vermişti.

Geçişlerin serbestleştirilmesinin güçlü bir şekilde istenmesinin nedenlerinden biri olgunun “adım adım çözüm” modeliyle olan ilişkisiydi

Annan Planı sürecinde izlenen çizgi ise ikinci saptamayla çok yakından ilişkiliydi.
Referandum günü geldiği zaman, plandaki hem artıları hem de eksiklikleri tespit ederek ve toplumda bir kutuplaşmanın önüne geçmek için tabanını kendi hür iradeleriyle karar vermek için serbest bırakmıştı.
Sanırım Demokrat Parti’nin o günlerde üstlenmiş olduğu tarihi görevin önemi bugün daha iyi anlaşılmaktadır.

Adım adım çözüm görüşü o günlerde Annan Planı karşıtları tarafından “adım adım ödün” Annan Planı destekleyicileri tarafından ise “çözümden kaçış” olarak nitelendirilmişti.

Referandumdan bu yana geçen 11 yıl süresince bütünlüklü bir çözüm bulma uğraşları bugüne kadar bir sonuç vermemiştir. Halbuki bu 11 yıl iki toplum arasında barışı yeniden inşa etmek için kullanabilirdi.

Ancak gerek siyaset alanında gerekse sosyal kültürel alanda zaman zaman “GYÖ” adı altında atılan bazı adımların yanlışlığına bu raporda da dikkat çekmek zorundayız.

DP “Kıbrıs Cumhuriyetindeki haklarımızı almak gerekir” inancı etrafında şekillenen görüşlerin ötesine geçmelidir.

Kıbrıs Cumhuriyetindeki haklarımız, kurulan bir Cumhuriyetten dolayı ortaya çıkan yasal haklardır.

Biz sadece Cumhuriyetten kaynaklanan haklarımızdan değil, Cumhuriyeti kuran haklarımızdan bahsetmeliyiz.
Nasıl ki 1959 anlaşmalarının altına imza atarak yeni bir Cumhuriyetin eşit ortağı olmuştuk şimdi de yeni bir Federal Cumhuriyetin kuruluş anlaşmalarına imza atarak yeni bir kurumsal yapının yani devletin ortağı olacağız.

İşte bu nedenle, haklarımızı sadece Kıbrıs Cumhuriyeti kurumları etrafında şekillendirmek yanlıştır. Bizim haklarımız o kurumları kurma hakkını içinde barındıran haklardır.

1964’ten bu yana gerek yapısal gerekse sosyo-psikolojik olarak Kıbrıslı Rumlaşan Kıbrıs Cumhuriyeti ve onun kurumlarına katılmak yerine, yeni bir Kıbrıs için yeni kurumların kurulmasını önermeliyiz.

DP siyasi eşitliğimiz gözetecek, barışın inşası için kurulacak yeni ortak yapıların destekçisi olmalıdır.

Ancak var olan kurumların içine girmemizi, o kurumların ülkemiz ve insanımız üzerinde irade sahibi olmasını getirecek hiçbir adıma destek vermemesi gerektiğine inanmaktayız.

Çözüm Kıbrıs Cumhuriyetine entegre olmaktan değil yeni bir Kıbrıs kurmaktan geçer.

Bu çözüm pozisyona da atılacak küçük adımlarla ve barışı inşa ederek varılabileceğine inanıyoruz.

Gerek Türk tarafının gerekse Rum tarafının resmi tezleri, BM Genel Sekreterinin pozisyonu da olan “bütünlüklü çözüm” modalitesini reddetmeden; iki toplumu yakınlaştırıcı adımlar atarak, siyasi eşitliğimizi sağlayacak, kuzeyi bizlerin, güneyi onların, tüm Kıbrıs’ı ise beraber yöneteceğimiz, iki kurucu devlet temelinde oluşacak yeni bir Kıbrıs için çalışmaya hazır bir parti olmalıdır Demokrat Parti.

Crans Montana sürecini de dikkate alarak; Kıbrıslı Rumların adamız üzerinde kayıtsız şartsız egemenlik arzularının tezahürü bir kez daha belirgin hale geldikten sonra; güvencemiz olan Türkiye’nin garantörlük haklarından ciddi tavizler vermesine rağmen uzlaşmaya yaklaşmayan; bizleri azınlık olarak görmeye devam eden Güney komşularımıza karşı en büyük güvencemiz kendi devletimiz olduğunu bir kez daha gözlemledik.
Adamız üzerinde iki tarafın onay vereceği; AB içerisinde önceden tanımlanış haklar üzerine inşa edilmiş iki devletli bir çözüm en gerçekçi ve sürdürülebilir bir çözüm olacaktır. Demokrat Parti bu yöndeki mücadelesini sürdürmeye devam edecektir.

AB ile ilişkiler, Siyasi Temsilcilik ve AB Bakanlığının örgütlenmesi
Ülkemizin AB ile ilişkileri “kendine özgü” bir durum arz etmektedir. İçinde bulunduğumuz durumu burada tekrar etmenin anlamı yok.

Demokrat Parti olarak, çağdaş liberal bir parti vizyonunun gereği olarak tüm kurumlarımızla AB içerisinde yer almamızı savunurken ve AB ile ilişkilerimizi kurumsallaştırmamız için gerekli adımları atmasından yanadırr.

AB’nin Kıbrıs Türklerine ilişkin politikası 26 Nisan 2004 tarihinde, Kıbrıs AB’ içinde yerini almadan hemen önce Genel İlişkiler Konseyinde şu şekilde belirtilmişti:
“Kıbrıs Türk toplumu, Avrupa Birliği’yle bir gelecek istediklerini açık bir şekilde ortaya koydular. Konsey Kıbrıs Türk toplumunun izolasyonuna son vermek ve Kıbrıs Türk toplumunun ekonomik olarak kalkınmasını destekleyerek Kıbrıs’ın yeniden birleşmesini kolaylaştırmak istemektedir. Konsey, Komisyonu bu amaca yönelik olarak kapsamlı tekliflerde bulunmaya ve bu bağlamda özellikle de adanın ekonomik olarak bütünleşmesine ve iki toplum arasında ve AB ile olan iletişimi iyileştirmeye odaklanmasını ister.”

Yukarıdaki politikaya bağlı olarak Komisyon Yeşil Hat Tüzüğü ve Mali Yardım Tüzüğünü geliştirmiş ve yürürlüğe koymuştur.

AB ile kurumsal olarak ilişkilerimiz büyük ölçüde bu iki tüzük etrafında şekillenmektedir.

Yeşil Hat Tüzüğünün uygulanmasında Ticaret Odası işlev yüklenirken Mali Yardım Tüzüğünün uygulanmasının koordinasyonunu da Başbakanlığa bağlı AB koordinasyon Merkezi üstlenmiştir.

AB koordinasyon Merkezi insan kaynakları olarak AB Mali Yardım Programını koordine edebilecek , uzman ve teknik kapasitesi yüksek insan kaynaklarına sahiptir.

Ancak bu birimin kapasitesi bu kadarla sınırlıdır. AB ile siyasi ilişkiler başka bir uzmanlık alanına girmekte, başka kapasiteleri gerektirmektedir.

Var olan bu teknik kapasiteye ek olarak Merkez siyasi olarak güçlendirilmeli ve AB Genel Sekreterliğine dönüştürülmelidir. Son dönemlerde Merkez Başkanlığına yapılan siyasi Müsteşarlık düzeyindeki atama ile Merkezin AB’nin Kıbrıslı Türklere yönelik politikaları üzerindeki etkisi artmış, karar verme mekanizmasına daha etkin katılımımız artmıştır.

Sosyal Politikalar Reform Bakanlığı
Rapor içerisinde sunduğumuz öneriler ve yeni politikalar bir çok farklı bakanlığı ilgilendirmektedir.

Ancak bu güne kadar ki tüm koalisyon hükümet denemelerinden edinilen tecrübe bakanlıklar arasında program uygulanması açısından büyük bir koordinasyon eksikliğinin ortaya çıkmasıdır.

Bu nedenle herhangi bir hükümet modelinde önerimiz, hükümet programının uygulanması koordine edecek, tüm diğer bakanlıklar için yeni politikalar üretecek olan “Sosyal Politikalar Reform Bakanlığı” adı altında yeni bir Bakanlığın kurulmasıdır.

Tüm diğer Bakanlıklar günlük icraatlarını takip ederken bu bakanlık koordinasyon görevi üstlenerek, Politika Üretim Merkezi şeklinde çalışacaktır.
Farklı bilimsel çalışmalarda da belirtildiği KKTC yapısı içerisindeki koordinasyon eksikliği bu sayede giderilebilecektir.

Manifestomuz özetle, gelişen toplumsal değişim ve beklentilerle uyum içerisinde bir yanda demokratikleşme paketi altında bir dizi reform önerisini açıklarken diğer yandan toplumsal refahın adil dağılımını sağlamak için köklü mali reform programını açıklamaktadır.

Liberal devrim niteliğindeki kapsamlı önerilerimizi uygulama fırsatını elde ettiğimiz takdirde, KKTC halkının özlemini duyduğu güzel günlere varma yolunda çok önemli bir adımı atmış olacağız.

Daha fazla demokrasi
Daha fazla adalet
Daha fazla eşitlik
Daha fazla insan hakları
Daha fazla özgürlük
Daha fazla canlı hakları
Daha ekolojik bir yaşam sunan bir ülkeye varabilmek için Demokrat Partiye destek vermenizi bekliyoruz.